Web sayfama hoşgeldiniz!

İki milyona yaklaşan Adana, her yıl Ağustos sonu ve Eylül aylarında umursamaz biçimde anız dumanı altında kalıyor. Elbette çiftçilerin kazanmasını istiyoruz. Bu bizim umrumuzda ancak her yıl anlıyoruz ki biz onların umurlarında değiliz. Boğulmadan rahat bir biçimde nefes alamanın ne demek olduğunu biliyormusunuz?

(Astımlı olan vatandaşlar adına)

Kaybettiklerimiz sadece onlar mı?

Sunuş

BAŞKALARININ NE GÖRDÜĞÜ DEĞİL, SENİN NE GÖRDÜĞÜN, BAŞKALARININ NE ANLADIĞI DEĞİL,

SENİN NE ANLADIĞIN, ÖNEMLİ.

Ne kadar görebiliyorsan o kadar anlarsın. Daha fazla görmek için çook okumalısın. Beyinler küçükse, büyük beyinleri görmez ve anlamazlar .

Hayal kurun. Merakınızın değeri olsun. Hata yapın deneyiminiz olur, bilgi hatalarla büyür.Değer verin değeriniz olur.

Soru sorun şüpheniz olur.Alacağınız yanıttan asla korkmayın. Araştırın doğruyu bulun.

İnsanoğlunun serüveni ve korkusu

Biz insan oğlu şuandaki bilgilerimizi tümden gelim yoluyla öğreniyoruz.

Maceramızın Big-Bang ‘le başladığını (şimdiki teorilere göre) başladığını öğrendik.

Dünyamızın evrenin merkezi olmadığını birçok cana mal olmasına rağmen öğrendik.

Güneşimizin nasıl oluştuğunu geçen yüzyılda öğrendik.

Güneşimizin aslında küçük bir yıldız olduğunu ve birden fazla süper nova kalıntısından oluştuğunu öğrendik.

Ayın nasıl oluştuğunu Ay dan getirilen taşlarla dünyadakilerin atomik olarak karşılaştırmalarıyla öğrendik.

Kısaca aslında var olan her şeyi keşfetmeye öğrenmeye hem de anlamaya çalışıyoruz.

Onca zamandır biz kimiz neyiz diye düşünüyorum. Maceramız homo sapiens diye adlandırdığımız insanoğlunun 225 bin yıl önce primatlardan ayrılmasıyla başlamıştır. 225 bin yıllık yaşam serüvenimiz içerisinde birçok badireler atlatmışız, birçok çevresel yıkımla karşılaşmış türümüzün çok az bireyi kalmasına rağmen ( bazı kaynaklara göre 2 bin homo sapiens in devamıyız) . O nedenle genetik genişliğimiz dar ve bütün insanlar %99.99 aynı.

Biz, doğanın kendi kurallarını işletmesine izin vermiyoruz. Doğayı yöneteceğimizi sanıyoruz ama onun gerçek gücünü, başımıza bir iş geldiğinde anlıyoruz. Aslında doğanın tabiat ananın evrenin kurallarının izin verdiği ölçüde yaşamımızı sürdürüyoruz. Bugüne kadar hep şansımız yaver gitti. Öğrencilerime derslerimde anlatıyorum. Bizler aslında büyük felaketlerden kurtulduk. Ancak bu sakinlik devam etmez. Mutlaka bir şekilde yine büyük bir felaketle karşılaşacağız. Bu felaket dünyadan olmasa da dünya dışından da olabilecektir.

Doğanın dışında hareket ettiğimizde, birçok hastalıklarla karşılaşıyoruz. Bunların bir çoğuna bizim doğayı yönetmeye kalkışmamız neden oluyor. Doğanın kendi işleyişini değiştiriyoruz. Bizler evreni anlıyoruz ona hükmetmeye çalışıyoruz. Uzay çıktık, aya gittik, dünyanın yörüngesinde dolanan uydularda yaşamın şartlarının değişimini inceliyoruz. Uydularla dünyayı daha da küçülttük. Güneşin diğer uydularını inceliyoruz. Güneş benzeri yıldızların etrafında dolanan dünya benzeri gezegenler arıyoruz. Bunlar insanlık adına çok önemli ve olumlu adımlar. Bununla beraber olumsuz adımlarımız daha fazla. Başarılarımız gözlerimizi kamaştırıyor. Etrafı nasıl tahrip ettiğimizi anlamak istemiyoruz. Bu dünya tüm canlıların. Bunu görmezden geliyoruz. Para kazanma hırsımız gerçekleri görmemizi engelliyor. Dünya üzerinde insanlar ve ülkeler arasında uçurumların oluşmasını görmezden geliyoruz. Doğanın feryatlarına kulak tıkıyoruz. Öyle bir anlayışa ulaştık ki sadece ben merkezliliği kabul ediyoruz.

Bununla birlikte hem doğa felaketleri hem de insanlığa ait felaketleri birlikte yaşamaya başlıyoruz artık. Çevre felaketlerini hem maddi anlamda hem de sağlık anlamında yaşamaya başladık. Küresel ısınmaile karşı karşıyayız. Ozon incelmesiyle UV tehdidi yaşıyoruz. Kanser oluyoruz, virüsler , bakteriler mantarlar v.b. tarafından tehdit ediliyoruz, ancak bunların üstesinden gelmek için çalışıyoruz da neden diye çok sormuyoruz kendimize. Aslında biz bu doğa için zararlı olmaya başladık. O kadar fazlayız ki dünyanın kaynaklarını bitirdik neredeyse. Yarına bir şey bırakmak istemezcesine daha da hızlandık tüketmek için.

Fiyakamızı ve böbürlenmemizi 3 mikron büyüklüğündeki bir virüs bozdu. Birçok felaketler yaşadık ancak bu CVID-19 kadar etkili olmadı herhalde. Bu virüs, diğer virüsler gibi hiçbir ayırım yapmıyor. Zengin yada fakir, okumuş yada okumamış, inanan yada inanmayan, gelişmiş yada gelişmemiş, kral, kraliçe yada sade insan, başkan yada memur, işli yada işsiz vb. gibi hiçbir ayrım yapmıyor.

Dünya sağlık örgütünün sitesinden öğrenilebilir. Dünyada virüslerden hayatını kaybedenlerin insanların sayısı neredeyse her yıl 20 milyon civarında. Peki bu COVID-19 niye telaşlandırdı bizi. Çünkü çok bulaşıcı ve akciğerlere indiğinde ölümcül olduğu için. Acil müdahale gerektiriyor, makinalara bağlanması gerekiyor hastaların. Her hastanenin yoğun bakım ünitesindeki yatak sayıları sınırlı ve uzun süren müdahale gerekiyor. Yaşlılar için son derece ölümcül. RNA tipi bir virüs bu ve mutasyona uğramış halı. Tehlikeli olanlardan biri. RNA olanların, HIV (AIDS), ebola vb. üstesinden zor geliyoruz. Aslında bunlara direnenler genetik yapılı insanlar, gelecek nesil için daha sağlam genleri taşımış oluyorlar. Yani EVRİM.

Çevreyi tanıdıkça yaşamlarının izlerini belgeleyen ilk insanlar, duvarlara kazıdıkları resimler sayesinde nasıl bir çevrede yaşadıklarını bize sunuyorlar. Bulunan kalıntılardan nasıl yaşadıklarını anlıyoruz. Birçok kanıtlar için de hayretler içerisinde kalıyoruz.

Şunu biliyorum ki bizler bu azıcık gen havuzuna sahip insanoğlu, o kadar şaşırtıcı gelişme göstermiş ki, günümüz yaşamını ortaya çıkarmıştır. Düşünün ki duvarlara çizilen resimlerden, obsidiyenlerden yapılan ilk aletlerden, karmaşık işlemleri çözebilen bilgisayarlara geldik. Kolay olmadı, birlerimizin omuzlarında yükseldik. Ama bazılarımız yapamadı. Geçmişi yaşamak yeni problemleri çözmek için gerekli düşünce birikimlerini geliştirmedi, buda bizim medeniyetleri oluşturmamıza yetti.

Her şey merakla başlıyor. Fütürist öncülere sahip olmayan medeniyetler hep çökmüştür. Günümüz medeniyetleri kendilerini geçmişe göre değil geleceğe göre şekillendiriyorlar. Geçmişte kalarak ileriye gidilemez. Hem geçmişi hem de geleceği aynı anda yaşayamayız. Anı yaşıyoruz, ama adımlarımız geleceğe doğru olmalıdır. Her gün, ileriye akan bir nehir gibi, bir gündür. Geçirdiğimiz hiçbir anı yeniden yaşamamız mümkün değildir. Siz düşünce olarak geçmişte kalabilirsiniz. Ancak o zaman da yaşadığınız zamanla ters düşersiniz. Böylece diğerlerinden hep geride kalmış olursunuz.

Bir şey hep aklımı kurcalamaktadır. Gelişmiş fütüristtik düşüncelere sahip ülkelerin ürettiği ürünleri kullanıp sonra da onları eleştirmek…

Bu zaman nehri bütün insanlar için aynı yönde akıyor. Sen bu zaman nehrinde çakılı kalırsan diğerlerinden hep geride kalırsın.

Steve Jobs’ın bir üniversitenin mezuniyet töreninde yaptığı bir konuşma var. Orada yaklaşık olarak şu mesajı veriyor. “Başkalarının düşüncesiyle yaşamak doğmaları yaşamak demektir. Başkalarının düşüncesi senin düşünceni mahkum etmesin. Senin için en doğru alan, senin hissettiklerindir”, “ Seni aç kalmak rahatsız etmiyorsa, aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir”. Bu, akan zamana karşı koymayan, daima ileriye bakan bir neslin düşüncesidir.